FENERBAHÇE
  Bir Futbol Kulubü
 




Şimdi Haberler!

Medya takip merkezinin haberine göre 2008 yılında Fenerbahçe ile yazılı ve görsel basında 220 546 haber çıkmış. İkinci sırada Galatasaray var 188.000 haberle… “Biz üçüncü büyük değiliz, bizi böyle göstermek istiyorlar” diyen Sayın Demirören’i tekzip edercesine Beşiktaş ile ilgili çıkan haber sayısıysa 146.000. Fenerbahçe bu konuda da lider olduğu için sevinsek mi üzülsek mi zor karar…

“Eto,Fenerbahçe’de gibi-Ver Delgado’yu Al Alex’i-Deivid Adnan Polat’ı aradı mı? -Alex el freni mi, el kremi mi?” gibi akıllara ziyan üfürükten haberler, “Tümer takımdan ayrı düz koşu yaptı-Fenerbahçe Galatasaray’ı yine yendi” gibi klasikler de elbette bu rakama dahil!

13 Ocak 2009 tarihli bir haber var. Bu seneki haberler yazılırken bu haber kimin hanesine yazılmalı? Galatasaray mı Fenerbahçe mi? Haber şöyle:

Maliye, Kulüplerin vergi borçlarını 10 yılda 120 eşit taksitte ödemesinin yolunu açtı. Normal bir vatandaşın, ya da şirketin yüzde 30 faiz ödemek zorunda olduğu vergi borçları için kulüplere yıllık yüzde 4 gibi çok düşük faiz uygulanacak.

Vergi borçlarında Galatasaray`ın açık ara lider olduğu göze batıyor. Kulüplerin, devlete olan vergi borcunun yüzde 70`ini Galatasaray`ın borcu oluşturuyor. Diğer yüzde 30 ise Ankaragücü, Bursaspor, Kocaelispor ve diğer kulüplere ait.

Bu arada Fenerbahçe, Beşiktaş ve Ankaraspor`un vergi borcu bulunmuyor. Bu kulüpler borçlarını ödemiş durumda...

Seyrantepe projesi başlarken,devam ederken, bitime doğru son sürat ilerken Fenerbahçe camiası “aman canım bize ne” kolaycılığından kurtulamadı. Başkanımız “orada bir rant vardı biz ona karşıydık. Devletin Galatasaray’a stadyum yapmasına karşı değiliz” açıklamasından sonra itiraz etsek neye yarar? Şükrü Saraçoğlu stadının temelinde, bizlerin aldığı kaşkol ve berelerin olduğunu biz biliyoruz o bize yeter desek yeterli mi?

Galatasaray’ın affa uğrayan vergi borcu için de ses çıkacağını sanmıyorum. Yarın öbür gün bizimde devletle işimiz olur, kimseyi karşımıza almayalım denecektir.

“Karıncanın cezalandırılması, Ağustos böceğinin ödüllendirilmesi gibi bir durum” demiş bir arkadaşım… Doğru,Türkiye’de futbol adına çok ilginç değişiklikler oluyor dek değişmeyen ağustos böceğinin hep kollanması… Futbolcu olarak da “karınca gibi çalışkan” denen futbolcuların hakkını “bizim çocuğumuz” gibi beylik laflarla alamadığı bir gerçek. Hakkını derken sadece paradan puldan bahsetmiyorum… Tokatspor maçında Emre Belezoğlu kaptan olurken Gökhan Gönül’ün kaptan olmaması gibi örneklere üzülüyor ve takılıyorum…

Bozkurt K.Yılmaz
bky@tnn.net

 

“Vatandaşa, hazineye karşı mükellefiyetinin en mühim vazifesi olduğunu anlatmak için, yorulmamak lazımdır.” demiş Mustafa Kemal Atatürk. Ama belli ki Galatasaray’a anlatmak için epey yorulmak lazım. Sadece bu kulüp tüm vergi borçlarının p’ine sahip. Fenerbahçe‚ Beşiktaş ve Ankaraspor´un vergi borcu bulunmuyor. Peki bu kulüpler görevlerini yerine getirdikleri için ne duruma düşüyorlar? Maliye’de kalkıyor bu borcu 10 yılda 120 eşit taksite yayıyor. Yani bu işin kulüplerle alakası yok, sadece Galatasaray ile ilişkisi var. Hayır zaten isterseniz 10 yılda 1.200 eşit takside bölün, gene ödemeyecekler ki. Yani hayret ki ne hayret. Sen kadronda Lincoln’e, Baros’a, Kewell’a, nerede olduğu bilinmeyen Linderoth’a milyon dolar para dök, sonra gel vergini ödeme, borcun da 10 yıla ertelensin. İptal ettirin o zaman Galatasaray`ın transfer iznini, transfer yapamasın, ödesin borçlarını. Riva, Kalamış, Florya kimin arazisi, sattırın o zaman arazilerini. Ne demek vergi borcunu ödememek? Dünyanın arazisi, gayri menkulüne sahip ol, dünyanın transferini yap, vergini ödeme, ne ala memleket.

Neden her kulüp eşit şartlarda mücadele etmiyor bu ülkede?

Hadi Sovyet sistemi dağılmadan önce adlarının başında Dinamo olan (Kiev, Minsk,  Moskova gibi) futbol takımları "rejim"i temsil ediyorlardı. Romanya`da Çavuşesku döneminde Hagi, Lacatuş, Popescu ve Çavuşesku`nun takımı Steau Bükreş`i başarıdan başarıya koşturuyorlardı. Dinamo Bükreş ise Rumen Polis Örgütü’nün takımıydı. İstedikleri futbolcuyu takımlarına alırlar, orduda rütbe verirler, bir nevi Football Manager’i gerçek hayatta oynarlardı. Mesela Hagi ve Lucescu aynı zamanda orduda albaydılar. Ya da Real Madrid ve diktatör Franco gibi bir bağlantı da spor kulüplerinde olabilir. Peki Galatasaray’ın böyle bir durumu da söz konusu değil. Belki biraz Mesut Yılmaz – Haluk Ulusoy dönemlerindeki uygulamaları hatırlatıyor olabilir o kadar. Ama aradan kaç yıl geçmiş, hala neden vergi borçları ertelenir, neden hazır yapılan bir stadyuma konar? Neden Fenerbahçe kendi stadını kendisi yaparken bir de stadın yanındaki okulun arazisini alabilmek için 3 tane daha okul yapmak zorunda kalır? Oldu olacak vişne çürüğü – kavuniçililerin ismini de Dinamo Saray ya da Real Saray diye adını da değiştirelim olsun bitsin.

1.500 YTL`ye satan kombine bilet satan kulüp yönetimi bunun 1.150 YTL`sini bağış olarak gösterdiği ve dünyanın vergisinin kaçırıldığı iddiaları daha güncel. Bir de bu iddialar temizlenmeden vergi kaçıran takımın vergi borcu bilmem kaç yıla erteleniyor. Neymiş, kombine alan herkes bağış yapmış. Ne tesadüf ki kombine alan 5 bin, 10 bin kişi, artık kaç kişiyse aynı miktarda bağış yapmışlar birbirlerinden habersiz. Biz de yedik.

Mehmet Cansun’un anılarından; “Çok sıkıntılı bir dönemdi. Ekonomik sıkıntı had safhadaydı. Hükümetimizden yardım talep ettik. O sıralar sayın Bülent Ecevit başbakandı. Ve ülkeyi koalisyon ile idare ediyordu. Talebimize hem sayın Ecevit‚ hem de yardımcıları Mesut Yılmaz ile Devlet Bahçeli onay verdi. Ama bu onaya karşın para bir türlü hesaba yatmıyordu. Araştırdık IMF temsilcisi Cotarelli tüm fonların kontrolünü eline almış o nedenle para çıkmıyormuş. Ben de bunun üzerine Ankara’ya gittim. Saat 23.30 ya da 24.00 civarıydı. Ne iznim vardı ne de randevum. Kapıyı çaldım‚ Cotarelli açtı. Hemen kapıda kendimi tanıttım. (Sizi tanıyorum) diyip beni içeri aldı. Çantamdaki dosyayı verip durumu anlattım. Bir de üzeri pırlanta parçalarıyla süslü Galatasaray rozeti hediye ettim. 200-250 dolar civarında bir rozetti. Sayın Cotarelli yazıyı imzaladı. Ertesi gün de para hesabımıza yattı. Tanıtma Fonunda para kalmadığı için ödemeyi Fak Fuk Fondan yaptılar.” Bu rezalet büyük bir maharet ve uyanıklık olarak gösterildi, iki gün bile gündemde kalmadan unutuldu gitti diğer pek çok vaka gibi.

Derwall’in Türkiye’deki üçüncü yılıdır. Vergi kontrolörleri kulübe gelip inceleme yaparlar ve  Galatasaray’ın, Derwall’in transfer ücreti ve aylıklarını az gösterdiğini tespit ederler. Derwall’in maaşı Türkiye’de kaldığı süre boyunca aylık 1 milyon lira gösterilmiştir. Bu sebeple Galatasaray’a 400 milyon lira ceza kesilir. Galatasaray Anlaşmazlık mahkemesine başvurur ve cezanın 100 milyon liraya indirilerek taksitlendirilmesini ister. Bu taksitlendirme alışkanlığı yıllar öncesinden geliyor, yeni değil. Baştaki yönetici, başkan vs. kim olursa olsun genetik olarak devam ediyor.

Konu aslında Alex ve Aragones’di ama gene nerelere geldi. Aragones takıma güzel bir sistem oturtuyor, sahaya bakınca artık takıma damgasını vurduğu daha net olarak görülüyor ama oynanan oyun gene de insana düz ve yavan geliyor. Aragones bir sistem adamı, Fenerbahçe daha önceden Hiddink, Zeman gibi sistem adamlarını yedi, bir tek Parreira Uche-Högh ikilisinin üstün defans kurgusu, Kemalettin’in ön liberoya tam olarak oturmasıyla iş yaptı. Geri kalan şampiyonluklar sistemden çok oyuncu performansına dayalı taktikler uygulayan Daum, Veselinoviç, Denizli ve Zico ile geldi. 

Şimdi Fenerbahçe takım olma yolunda ilerliyor ama yavan bir takım. Uğur Boral, Josico, Selçuk, Kazım ile daha farklı olamaz. Çünkü eldeki takım oyunu oynayan oyuncular düz oyuncular. Bu takım Türkiye’de iş yapar, Avrupa’da ise sadece oyun bozan bir takım olarak kalır.

Takıma Deivid, Alex, Roberto Carlos vs gibi isimler geldiğinde ise Türkiye’de daha çok iş yapar ama Avrupa’da başarı göstermesi bu oyuncuların günlük performansı, maça konsantrasyonları ve birbirleriyle ne kadar yardımlaştıklarına bağlı olarak değişir. Geçen sene bu konsantrasyon gayet iyi yakalanmıştı ama Türkiye ve Avrupa’da oynanan oyun arasında bu kadar uçurum olmamalıydı. Bu da anca bir yere kadar başarı getirir, çünkü sende Alex varsa orda Ronaldinho var, sende Deivid varsa onlarda Deco var, birebir yıldız savaşına girmek imkansız. Rakip her zaman bir adım ileride, bir saniye daha hızlı düşünüyor, bir saniye daha hızlı koşuyor. Bu takım da kuraya bağlı olarak en fazla ilk 4 takım arasına girebilir, ilerisi mümkün değil.

Bu işin tek çözümü var, Alex’i takımdan kesmek değil Alex’i sisteme adapte etmek, Anelka’lı, Alex’li, Deivid’li, Appiah’lı, Hooijdonk’lu bir takım oyunu oynatabilmek. Esas teknik direktörlük bu. Yoksa Osieck gibi Rıdvan ve Tanju’yu kesersiniz takımdan, forvetsiz ama deli gibi koşan, pres yapan, mücadele eden bir takım olursunuz o kadar. Orta saha oyuncunuz ligde gol kralı da olabilir ama bir adım sonrası yok. Antrenörlük Rıdvan’ı, Tanju’yu kesmek değil onları koşturabilmek, takım oyununa adapte edebilmek. Barcelona Henry, Messi, Eto’o’yu takım oyununa adapte edip mücadele ettirebildiği için Barcelona. Öyle olunca da kimse “Real Madrid maçına üç forvetle çıkılır mı?” diye sormuyor. Başarı için sistem şart ama daha da önemlisi sistemi uygulayacak büyük yetenekler, Alex gibi. Düz, sıradan oyunlarla uygulanan sistem de bir yere kadar çünkü.

 
  Bugün 4 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı! IP adresi  
 
sarilacivert17091907.tr.gg Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol